29 Ekim 2009 Perşembe

Cumhuriyetimizin 86. Yıldönümü - 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun


Okulun bando takımı ve öğrencilerinin köy yürüyüşü. En öndeki çocuğun adı Ata.

Cumhuriyetimizin 86. yıldönümünü kutladık bugün. Zaten kutlamalar için gitmek istiyordum ama Mustafa, "amca gelceksin de mi?" deyince, "geleceğim tabi" dedim. Hepimiz okuldaydık bugün.


Pınarlıbelen'in içinden geçen yol, bir nevi köyün ana caddesi :)

Tören başlamadan önceydi, bando çalmaya başladı. Öğrenciler de köy yürüyüşü için hazırlandılar. Bandonun o gümbürtüsü ve ellerinde bayraklarla çocukların neşesi çok güzeldi...




Mustafa, öğretmeni ve arkadaşları köy yürüyüşündeler.


Öğrenciler harmandalı oynuyorlar.

Köy yürüyüşünden sonra Mustafa Kemal Atatürk ve şehitlerimiz için bir dakikaklık saygı duruşunda bulunuldu ve ardından İstiklal Marşı okunarak, kutlama töreni başladı.



Mustafa ve sınıfından bazı arkadaşları marş okuyorlar.



Şiirler okundu, konuşmalar yapıldı. Müge ve bir arkadaşı törenin sunuculuğunu yaptılar.



Öğrenciler gruplar halinde oyunlar oynadılar. Sunuculuk görevini bitirdikten sonra Müge de arkadaşlarıyla oyun oynarken.



Törenden sonra Mustafa'nın bazı arkadaşlarıyla fotoğraf çektirdik. Kızları da çağır demiştim ama, törenden sonra herkes dağılıverince fotoğrafımızda onlardan kimse ol(a)madı :) Fotoğrafımızda Celal eniştem de var. Eniştem aynı zamanda annemin amcasıdır. Bugün çok duygulanmış ve ağlamış orda. Eski günlerini ve iki yıl önce kaybettiğimiz öğretmen abisini (İbrahim Uygur) hatırlamış. Eniştem de bu okulun eski öğrencilerindendir. 1944'te ilkokula başladığında abisi de burada öğretmenliğe başlamış. Yani abisinin öğrencisi olmuş. "İlkokula başladığımda çok fazla birinci sınıf öğrencisi vardı, sıralar yetmez yerlere otururduk" diyor Celal eniştem. İbrahim öğretmen babam da dahil olmak üzere bir çok kişinin öğretmenliğini yapmış, bu okulun efsane öğretmenlerinden birisidir.



Bu da benim ilkokulum. Burada 4. ve 5. sınıfı okudum. Şimdiki yeni okulla aynı avlu içindeler, karşılıklı duruyorlar ve artık kullanılmıyor. Üç tane sınıfı var. Sınıfların bazıları birleştirilmiş sınıflardı, ama hangi sınıflarımız birleştiriliyordu unuttum.

Bağımsız ve özgür bir devlet olarak yeniden ayağa kalkıp Cumhuriyeti kurmamızın 86. yıldönümü, Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun. Cumhuriyeti kurmak çok büyük bir olaydı, şimdi marifet onu korumakta...
.
.

26 Ekim 2009 Pazartesi

25 Yıl Önce Bağcılığa Başlamamıza Vesile Olan Misafirimiz Muammer Özkan


Babam, ben ve Muammer (Özkan) abi.

Bağcılığa nasıl başladığımızı daha önce çeşitli defalar anlattım, yazdım. En son olarak bir dergide, "Birgün Denizli’nin Çal ilçesinden bir misafirleri gelmiş, Mehmet’in babasıyla beraber arazide gezerken çok büyük bir pinar ağacına sarılmış kalın gövdeli ve sağlıklı bir asma görmüş. Mehmet’in babasına “bu asma kaç yaşında” diye sormuş, babası da, “benim çocukluğumda böyleydi, heralde 100 yıllık vardır” diye cevap verince, misafirleri, “siz burda mutlaka bağcılık yapmalısınız” demiş. 25 yaşındaki ilk parsel bağı bunun üzerine kurmuşlar. Bakmışlar ki bu iş güzel ve bağcılıktan çok hoşlanmışlar, daha sonraki yıllarda diğer parselleri de tesis etmişler." şeklinde yer aldı bağcılığa başlayışımızın hikayesi.

Efendiimm, şimdiye kadar hep "bir misafirimiz" olarak geçen o kişinin adı Muammer Özkan. Niye şimdiye kadar ismini yazmayıp "bir misafirimiz" demişim ki. Neyse, demek ki bugüne kısmetmiş. "Kısmetsiz dayak bile yenmezmiş". Öyle der büyükler. Muammer abi emekli coğrafya öğretmeni, aynı zamanda eniştemiz olur kendisi. Babamın teyzesinin torununun eşi. Denizli'nin Çal ilçesinde yaşıyorlar. Memleket Çal olunca, doğal olarak bağcılığın içinde doğmuş büyümüş. Küçük bir bağ sahibi olmayı çok istemesine ve bağcılığı çok sevmesine rağmen, eşi Fatma ablanın şiddetli muhalefetiyle karşı karşıya :) Bugün hem bağcılık, hem de şarap konusunda epeyce çok lafladık.
.
.

24 Ekim 2009 Cumartesi

Adakarası, Kalecik Karası, Papazkarası, Horoz Karası, Çalkarası Ve Diğer Karalar...



Ülkemiz üzümün ve şarabın anavatanı. Çok fazla sayıda üzüm çeşidimiz var. Sonu "kara ya da karası" olan bir çok da şaraplık üzüm çeşidimiz var. Adakarası, Papazkarası, Kalecik Karası, Çalkarası, Horoz Karası, Foça Karası, Merzifon Karası, Sergi Karası. Alaçam Karası üzümünü de 5-6 yıl kadar önce duymuştum. Bir buçuk ay önce gittiğim Milas/Karacahisar köyünde kendisini de gördüm.

Sonu "Karası" olan bildiğim üzümler listesine en son olarak "Uluğbey Karası" üzümü eklendi. Bir arkadaşıma bu üzümden yapılmış bir şarap göndermişler, o da, "sen bu işlerle daha ilgilisin, sana göndereyim, nasıl olduğuna sen bakarsın" dedi. Nerde, nasıl yapıldığını falan bilmiyordum. Geldiğinde şaşırdım. Çok güzel bir ambalajı vardı. Meğer Süleyman Demirel Ün. Ziraat Fakültesinde yapılmış. İnternette bu konuda bir araştırma yaptığımda, Üniversite bünyesinde "Uluğbey Karası Bağcılığı ve Şarap Kültürü Araştırma ve Uygulama Merkezi" kurulmuş olduğunu gördüm.



Uluğbey Karası şarabının ismi "Silver Rose." Bu isim Isparta'nın "Gül" ünden geliyor (sanırım). Üzerinde 2009 yazıyor ama, bu yıl yapılmış olamaz. Daha önceki hangi yıla ait bilmiyorum ama hatırı sayılır derecede okside olmuş. Renk ve renk değişimi yukarıdaki fotoğrafta olduğu gibi ve oldukça açık renkli. Aşağıdaki "Shiraz" şarabının rengiyle mukayese edebilirsiniz. Şarabın tanımlayamadığım ilk kokusunu beğenmedim. Biraz bekledikten sonra incir kokusu almış olmakla beraber, bu şarap başarız bir şarap. Bu şarabın en güzel yanı, üzümüyle ilgili bir araştırma yürütülüyor olması :)



Bayılıyorum Shiraz'ın rengine.



Alaçamkarası : Milas/Karacahisar köyü yakınlarında "Alaçam" diye bir yer var. Sanırım ismini ordan almış. Ortalama şaraplık üzüm tane büyüklüğünden biraz daha büyükçe taneleri var. Rengi çok koyu değil. Taneleri çok sert. Tadına baktığımda ekşiydi. "Heralde şekeri düşüktür" dedim ama şekerini ölçtüğünmde, 21 brix olduğunu gördüm. Hem bu kadar ekşi bir tat hem de bu kadar şeker ilginç doğrusu. Bu salkım bir haftaya yakın bir süre bozulmadan duracak kadar da dayanıklı. Bu üzüm, asidite problemi olan üzümlerdeki problemi gidermek için kullanılabilir diye düşünüyorum.

Papazkarası : Trakya'da (en yoğun Uzunköprü civarında) yetiştirilen bir çeşittir. Kaliteli, kendine has bukeli, dolgun ve hoş içimli sek şarap verir. Şarabının alkol derecesi %12-13 olur. Asiditesi biraz düşüktür. Şarabının rengi koyu kırmızı olmakla birlikte, zamanla açılma gösterebilir.

Çalkarası : Yaygın yetiştiği yer Denizli'dir. Orta mevsim (Ağustos sonu) olgunlaşan bir üzümdür. Şarabının alkolü %11-14 'tür. Total asidi düşüktür. Sıradan şaraplar veren bir çeşittir.

Horoz Karası : Gaziantep ve Kahramanmaraş civarında yaygın yetiştirilen bir çeşittir. Olgunlaşma zamanı (Ağustos sonu) orta mevsimdir. Taneleri iridir. Sofralık olarak da değerlendirilir. Şarabı renk ve tanence zengindir, alkolü yüksektir.

Sergi Karası : Yaygın yetiştiği yer Horoz Karası üzümüyle aynı, Gaziantep ve Kahramanmaraş'tır. Hem tane iriliği hem de salkım yapısı itibarıyla Horoz Karasına benzeyen bir üzümdür. Sofralık ve kurutmalık olarak da değerlendirilir. Orta kalitede koyu kırmızı renkte ve alkol derecesi %11-14 olan şarap verir.

Merzifon Karası : Üzüm Üreticileri Birliği; Merzifon’da başlattığı bağcılığın yeniden canlandırılması ve Merzifon Karası’nı tekrar gün yüzüne çıkarma çalışmaları hızla devam ediyor. Bu kapsamda; İtalya Milano Üniversitesinden Prof Dr. Attillio Scienza ve Prof. Dr. Oswold Failla "Merzifon Karası" ile İtalya’da yetiştirilen "Marzimino" üzümünün arasındaki ilişkiyi araştırmak ve Merzifon bağlarını incelemek üzere Merzifon’a geldi. Haberin devamı için tıklayınız.
.
.

15 Ekim 2009 Perşembe

Bağbozumu - Chateau de la Garde / La Tulipe 2009



Şarap tadımcısı ve yazar ve aynı zamanda Bordeaux'da şato (Chateau de la Garde) sahibi olan Ilja Gort 2008'in Mayıs ayında Bodrum'a geldiğinde bizim bağı da ziyaret etmiş ve o zaman tanışmıştık. Bu ziyaret ile ilgili yazıyı okumak için tıklayınız.



Ilja'nın bir blogu vardı. Zaten onun blogunu gördükten sonra karar vermiştim bu bloga. Yani bu blogun oluşmasında ve şu an burda yazıyor olmamda onun payı büyüktür. Ilja daha sonra blogtan vazgeçti, orada yazacaklarını yine blog düzeninde, bülten (SlurpArchief) şeklinde aylık olarak göndermeye başladı.



Bu ay, bağbozumunu ve fotoğraflarını günlük olarak yayınlamaya başladı. Günlük bağbozumu fotoğraflarına ve haberlerine de bu index sayfasındaki günlerin üzerine tıklayarak bakabilirsiniz.




Chateau de la Garde / La Tulipe
.
.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Bağ'dan Sonbahar Renkleri - 2



Sabah (benim için) erken bir vakte kurmuştum saati. Uyandıktan sonra bir de dışarıya baktım ki, her yeri sis basmış. Biraz gezeyim, bir kaç da fotoğraf çekeyim diye hemen dışarıya çıktım. Sis çok yoğundu ve görüş mesafesi de çok kısaydı, adeta bir bulutun içinde gibiydim...



Asmaların yaprakları sararmaya ve dökülmeye başladılar artık...



Biraz yeşil, biraz sarı, arada da bu iki rengin diğer tonları... Kısaca sonbahar...



Sis o kadar yoğundu ve gözle görülüyordu ki, sisin içerisindeki su buharının çiğ olarak düştüğünü görebiliyordum nerdeyse...



Örümcek kardeş de çok güzel bir işçilik çıkarmış :)
.

.
.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Bodrum Mavi Dergi 32. (Eylül-Ekim) Sayıdaki Yazım / Almanya-Rheingau-Lorch'dan Weingut Mohr'un Sahipleriyle Şarap Üzerine Sohbet

Almanya-Rheingau-Lorch'dan Weingut-Mohr'un sahibi aileden Saynur’la internet vasıtasıyla tanışmış sonrasında da tüm aileyle mail yoluyla haberleşmeye devam etmiştik. Garova Günlüğü sitemde (garova.com) bu yazışmalardan bazı bölümler yer alıyor.

Saynur, Jochen, çocukları Helin ve Moran Ağustos ayında iki haftalığına Muğla/Akyaka'ya tatile geldiler. Tatillerinin iki gününü Bodrum'a ayırdılar ve bir gününde de (15.08.2009) bizi ziyarete geldiler.

Almanya’da şaraphanelere “weingut” deniyormuş. Weingut-mohr (http://www.weingut-mohr.de/), 70 da bağı olan 130 yıllık bir şaraphaneymiş. Jochen bir şarap üretim mühendisi ve bu ailenin dördüncü kuşak temsilcisi. Biraz Türkçe biliyor. Bazen Türkçe konuştuk bazen de konuştuklarımızı Saynur tercüme etti. Zaman çok fazla değildi ama yine de epeyce çok şey konuşabildik.

Bodrum Mavi dergi (Eylül-Ekim) 32. sayıdaki "Almanya-Rheingau-Lorch'dan Weingut Mohr'un Sahipleriyle Şarap Üzerine Sohbet" başlıklı yukarıdaki yazının devamını, aşağıdaki dergi sayfalarının üzerine tıklayarak okuyabilirsiniz...








4 Ekim 2009 Pazar

Köy Düğünü ve Suavi, Necmi Cavlı ve Suat Aslanseren ile Tanışma ve Sohbet



Bu haftasonu arkadaşın (İbrahim Kocaman) düğünü vardı. Dün akşam ben de düğüne "gideyim" dedim. Ama pek fazla durmayı düşünmüyordum. Zaten hava rüzgarlıydı ve biraz da soğuk soğuk esiyordu. Oraya vardığımda ise rüzgar nerdeyse durmuştu. Bodrum'dan misafirler de gelecekti ve onlardan biri de Harun olacaktı. Düğünde görüşürüz demiştik. Ama işi çıktığı için gelememiş Harun. Ben de o misafir grubunun masasında bana ayrılan yere geçtim.



Merhabalaştık falan... Baktım yanımdaki kişi Suavi'ye benziyor. "Ne işi var ya Suavi'nin burda" dedim. Ama bir yandan da sohbet ediyoruz. Sohbet ilerledikçe, "konser, müzik" lafları geçince, "hıı, tamam Suavi'ymiş" dedim. Çok sohbet ettik Suavi'yle, pardon Suavi dostla :) Bundan sonra da haberleşeceğiz, görüşeceğiz artık...



Bu da davul ve zurna ekibi masaları dolaşırken. Görüldüğü üzere şu an bizim masadalar.

Bu fotoğrafta yeşil hırkalı kişiyle de daha sonra tanıştık, daha doğrusu tanıştırıldık. "Necmi Cavlı, müzisyen" dediler. "Ben bu ismi bir yerden hatırlıyorum" dedim. "Necmi Cavlı'nın 10 sene önce İngiltere'de kurduğu ''Oojami'' adlı müzik grubuyla çıkardığı Boom Shinga Ling adlı albümde yer alan Dark Ages ve Wicked adlı şarkılar, Leonardo Di Caprio ve Russel Crowe'un rol aldığı "Body Of Lies'' adlı filmde kullanıldı." Meğer bu haberden hatırlıyormuşum. Tabi daha sonra bunlar da dahil olmak üzere epey bi sohbet ettik. Bir zamanlar (gençliğinde) o da şarap yapmaya merak sarmış olduğundan, şaraptan da konuştuk...



İbrahim teknede çalışıyor. Çalıştığı teknenin sahibi de Suat abi. Şimdiye kadar kim bilir kaç defa bizim konuşmalarımızda onun bahsi, onların konuşmalarında da benim bahsim geçmiştir. Tanışmak bugüne kısmetmiş demek ki...



Bu da ben düğünden ayrılırken uğurlama fotoğrafı :) Ben ayrıldığımda düğün devam ediyordu.

Buranın düğünleri hakkında biraz bilgi vereyim : Kız evinde ayrı düğün yapılır, erkek evinde ayrı düğün yapılır. Kız evinde orgla düğün yapılıyor. Eskiden cümbüş, keman, davul'dan oluşan üçlü orkestra yapardı düğünleri. Son zamanlarda bun üçlüye org da katılmıştı. Şimdi hepsi gitti sadece org kaldı. Keşke yine eskisi gibi devam etseydi. Cümbüş olmadan olur mu hiç...Erkek evinde ise davul durna çalınır. Kız evinde Cuma akşamı kına gecesi olur, Cumartesi günü asıl düğün başlar, pazar gün de devam eder ve akşam üzeri biter. Erkek evinde Perşembe sabaha karşı başlayan "Bayrak dikme töreni" yapılır. Bu, davul zurna ve eğelnce eşiliğinde olur. Yeni günün öğle vaktine doğru biter. Daha sonra Cumartesi günü davul zurna tekrar gelir ve düğün başlar. Pazar günü öğleden sonra saatlerinde davul zurnalarla ve düğün konvoyuyla kız evine "gelin almaya" gidilir. Akşam üzeri gelinin geitirilmesiyle de düğün biter. Geriye de, "onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine" demek kalır :)
.
.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Arkadaşım Mehmet Ali Kaptan



M.Ali Kaptan web sitemi görmüş ve bana mail yazmış(tı). Sanırım 3 yıla yakın bir süre önceydi bu. Ve böylece tanışmıştık. Mali bir mavi yolculuk kaptanıymış. Tekneyi karaya çekip bakıma aldıkları kış sezonunda, teknede çalışırken çelik halatın kilidi açılmış ve yüksekten düşme sonucu omurga kırığı meydana gelmiş. Gerisi malum :)

Tanıştığımız günden beri Mali kaptan beni Datça'ya davet eder, ben de hep niyet ederim ama bir türlü eyleme dönüşmezdi, hala da dönüşemedi. Ben de kaptana derdim "gel" diye. Kısmet bugüneymiş (yani dün, 02.10.2009). Kaptanın bir misafiri geleceği için, Bodrum Milas havaalanına onu almaya geldiler, gelmişken de bana uğradılar. Komşusu Tarık abiyle beraber geldiler. Çok fazla vakit yoktu ama, olduğu kadar artık =:)
.
.

2 Ekim 2009 Cuma

10. Yıl

Bu, 10. yıl marşı değil :)
Bu bir yıl dönümü, 10. yıldönümü. Bundan tam 10 yıl önce, 2 Ekim 1999'da geçirmiştim trafik kazasını. Yıllar da su gibi geçmiş, on yıl bitmiş, onbirinci yıla adım atmışım... Neden olmasın, 10. yıl Marşı demişken, belki de onu şu şekilde kendime uyarlayabilirim :)
Çıktık açık alınla on yılda her şavaştan;
On yılda yeni bir hayat yarattık silbaştan...

.
.